osmtarihim

Fatih Sultan Mehmet Devri

FÂTIH SULTAN MEHMED DEVRI

(II. MEHEMMED)

 

Kaynaklarin, âdil, akil, heybetli, cesaretli, idrak sahibi, iyi giyimli, kadirsinas, âlimlerin dostu, sairlerin hâmisi, hakka kail ve maarif erbabina meyilli bir pâdisah olarak tavsif ettigi Fâtih Sultan Mehemmed Han, tarihin kayd ettigi büyük sahsiyetlerin basinda gelir. Bu bakimdan onun, sahsiyet ve karekterini oldugu gibi bütünüyle ortaya koymak çok zordur. Çünkü o, beser kudretinin ulasabilecegi en yüksek noktalara çikmis ve kendinden önce veya sonra gelmis olanlarla mukayese edilemeyecek derecede büyük bir hüviyet kazanmisti. Onun, Manisa'da geçirdigi ikinci sehzadelik devresi, gerek sahsi, gerek Osmanli Devleti için çok verimli ve faydali olmustu. Zira, 5 yil süren bu dönemde o, sahsiyetini olgunlastiran ciddi bir çalisma ve fikrî faaliyet içinde bulunmustu.

 

Bu bes senelik müddet zarfinda o, bir yandan akademik bir faaliyet devresine girerek liyakatli hocalarin refakatinda malumatini genisletmis, felsefe ve riyaziye (matematik) okumustu. Döneminin önemli iki dili olan Arapça ve Farsça'yi ana dili gibi ögrenmisti. Bu meyanda o, Latince, Yunanca ve Sirpça ögrenme imkânlarini da bulmustu. Tarih, cografya ve askerlik bilgisine de iyice vâkifti. Bir yandan da dünya cihangirlerinin biyografilerini dikkatle tedkik ederek her birinin dogru ve yanlis taraflarina parmak koymustu. Böylece, yasanmis tarih maceralarinin muhasebe ve yekûnu, onu, plan ve sistem fikrinin lüzumuna esasli bir sekilde inandirmisti.

Devletin, gelecekteki ihtiyaçlarini karsilamak yolunda kendini geregi gibi hazirlamak için gece uyumamis, gündüz dinlenmemis, hayatinin bir solugunu dahi bos geçirmemis olan genç sehzâde, hesapli ve sistemli gelecegin genç fâtihi, saltanatinin devaminca, daima baslanacak bir isin plani ve bitecek bir isin endisesi ile yorulacakti.

Babasi, II. Murad'in vefati üzerine 16 Muharrem 855 (18 Subat 1451) Persembe günü Edirne'de Osmanli tahtina geçen II. Mehmed'in dogum tarihi 27 Receb 835 (30 Mart 1432) olarak kabul edilmekle birlikte, buna yakin farkli tarihler de verilmektedir. Dogum tarihi hakkinda farkli görüslerin bulunduguna temas edilen Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin kimligi hakkinda da degisik görüsler bulunmaktadir. Bu farkli görüsler, Batili yazarlarca öne sürülmüslerdir ki, kaynaklarimiz bu görüslerin tamamini reddedecek sekilde açik ve net bilgiler vermektedirler. Zira kaynaklarimiz, konuyu, II. Murad'in evliliginden itibaren takib ederler. Nitekim kaynaklarimiz, Fâtih Sultan Mehmed'in annesinin Müslüman Türk oldugu ve Isfendiyar Beyi'nin kizi veya torunu oldugu, isminin de Hüma Hatun oldugunu belirtirler. Ayni sekilde Ismail Hami Danismend de Bursa mahkeme (ser'iyye) sicillerine dayanarak konuyu tafsilatli bir sekilde ele alarak söyle der:

"Fâtih'in annesi olarak gösterilen Türk prensesi, Kastamonu ve Sinop'ta hüküm süren Candarogullari hanedanindan Isfendiyar Bey'in kizi veya torunu Halime, veyahut Hatice Hatun'dur. Ikinci Murad'in bu kizla izdivaci hicretin 827 (m. 1424) yilindadir." Müellif, arastirmasinda bu ihtilaflarin sebeplerini de açiklar. Ama konuyu fazla dagitmamak için biz bunun üzerinde fazla durmayacagiz. Bununla beraber yeni arastirmalarin ortaya çikardigi gerçek isim ve hüviyeti ile ilgili bilgiyi aynen nakletmeden geçemiyecegiz. "Daha sonralari Bursa mahkeme sicillerinde yapilan tedkiklere göre Fâtih'in muhterem annesi, Hüma Hatun'dur. Bu bahtiyar kadinin türbesi Bursa'da Muradiye Câmii'nin sark tarafinda müze idaresince istimlak edilen bir bahçe içindedir. Câmiden çarsiya dogru gidilirken bu zarif âbide, câmiden yüz metre kadar ilerdedir. Memduh Turgud Koyunluoglu'nun Bursa Halkevi nesriyati içinde çikan "Iznik ve Bursa Tarihi"nin 152-153. sayfalarinda "Hâtuniye Künbedi" ismiyle bahsedilen bu türbeyi Fâtih, babasi Sultan Ikinci Murad daha hayatta iken ölen annesi için hicrî (m. 1449) tarihinde, yani Istanbul'un fethinden dört sene evvel yaptirmistir. Kitabesi Arapça'dir.

 

Bu kitâbenin en büyük kiymeti, Fâtih'in annesinin yabanci rivayetlerde iddia edildigi gibi Istanbul'da medfun olmayip türbesinin Bursa'da bulundugunu ve yine ayni yabanci masallarinda iddia edildigi gibi Hiristiyan olarak öldügü için türbesi kapali olmayip, Müslüman oldugunun kitâbe ile sabit oldugunu artik hiç bir tereddüde imkân birakmayacak bir kesinlikle ortaya koymasidir. Yalniz kitâbede bu Hatun'un ismi yoktur, ancak bu da Bursa mahkeme sicillerinin 31,201 ve 370 sayili defterlerinin 35, 64 ve 40. sayfalarinda bulunmustur. Fâtih'in annesinin ismi Hümâ Hâtun'dur.

 

FÂTIH'IN CÜLÛSU VE KARAMAN SEFERI

 

Fâtih diye tarihe geçen ve Türklerin yetistirdigi en büyük sahsiyetlerin basinda gelen Sultan II. Mehmed, Manisa'da sancak beyi bulundugu sirada, babasi, Edirne'de vefat etmisti. Vezir-i azam Çandarlizâde Halil Pasa, bu ölümü gizli tutarak durumu Manisa'da bulunan genç sehzâdeye bir ulakla bildirir. Edirne'den yola çikan ulak, üç gün sonra ölüm haberini Manisa'ya getirir. Bizans tarihçisi Dukas, bu haberlesmeyi su ifadelerle dile getirerek o dönemde bile Osmanli Devleti'nde posta vazifesi gören ulak (tatar)larin nasil sür'atli yol aldiklarini ve gizlilige nasil riayet ettiklerini anlatir:

"Subatin besinci günü bir ulak, kuvvetli kanatli kartal kusu gibi Manisa'ya geldi ve Mehmed'e iyice mühürlenmis bir mektup verdi. Mehmed, mektubu açip okuyunca, babasinin vefat ettigini gördü. Mektup, Halil ve diger vezirler tarafindan imza olunmus bulunuyordu. Mektupta babasinin vefatini yazdiklari gibi, vakit kaybetmeksizin ve mümkün ise Pigasos (mitolojide kanatli atlara verilen bir isim) cinsinden uçar bir ata binip, pâdisahin vefati, civar milletlerce duyulmadan evvel, Trakya'ya gelmesini yaziyorlardi. Mehmed, mektupta yazilanlara uygun olarak hemen çok (sür'atli) kosan Arap atlarindan birine atladi ve sarayi erkânina: "Beni seven armamdan gelsin" dedi. Önünde sarayindaki kullarindan okçular ve çabuk yürüyenler, iki yanlarinda kahraman dilâverler yaya olarak ve kiliç takinanlar ile mizrakli süvariler arkadan geliyorlardi. Bu suretle tertip olunan alay, iki günde Manisa'dan Bogaz'a vararak, Gelibolu Bogazi'ni geçtiler. Mehmed, maiyetinden geride kalanlarin gelebilmeleri için Gelibolu'da iki gün daha bekledi. Bu arada Edirne'ye bir ulak göndererek, Gelibolu Bogazini geçtigini bildirdi. Halkin bas kaldirip karisikliklarda bulunmamasi için, yeni pâdisahin Gelibolu'da bulundugu her tarafa yayildi." Gelibolu'dan hareket eden genç pâdisah, Edirne'ye ulasmakta pek acele etmedi. Sehrin disinda vezirler, beylerbeyiler, sancakbeyleri, ulema ve ordu tarafindan karsilandi. Lehinde büyük tezahüratlar yapildi.

Fâtih Sultan Mehmed'in, babasinin ölüm haberini almasi ve Manisa'dan hareket etmesi yeni arastirmalarda su sekilde verilmektedir:

"Vezir-i a'zâm, kimseye duyurmadan acele Manisa'ya ölüm haberini eristirdi. Yedi gün sonra haberi alan Sultan Mehmed, yaninda atabegi Sehabeddin Pasa oldugu halde, sür'atli bir sekilde hareket ederek iki günde Çanakkale Bogazi'na geldi. Bizans'in bogazlari kesmeleri ve Orhan'i 1444 yilinda oldugu gibi Rumeli'de serbest birakmalari uzak bir ihtimal degildi. Genç Sultan, Gelibolu'ya geçmeye muvaffak oldu. Bundan sonra onun, o derecede telas ve endise etmedigini görüyoruz. Gelibolu'da babasinin ölümü ve yeni pâdisahin geldigi haberi yayildi. Chalkondyles'in sözünü ettigi Edirne'deki yeniçeri ayaklanmasi, yeni Sultan'in, Gelibolu'ya varmasindan sonra olmalidir. Buna göre Yeniçeriler, sur haricinde toplanip sehri yagmaya hazirlanmislardi. Ancak Çandarli Halil'in büyük otoritesi ve enerjisi sayesinde büyük bir kargasanin önü alindi. Halil, kalan kapikulu askerleri ile alelacele topladigi kuvvetleri, bunlarin üzerine sevk ederek, silahlarini birakmazlarsa kiliçtan geçirileceklerini, yeni sultani beklemelerini ve o geldikten sonra kendilerine ihsanda bulunacagini söyledi. Asker "Çandarli'ya olan hürmetleri dolayisiyla" isyandan vazgeçti. Bunun akabinde Sultan Mehmed, pâyitahta girerek tahta oturdu ve yeniçerilerden sadakat yemini aldi.

Bu rivayetteki unsurlar, olaylarin gelismesi ile tam bir uygunluk halindedir. Halil Pasa'nin, yençeriler üzerindeki nüfuzu, Sultan Mehmed'in ancak onun müdahalesinden sonra tahta gelip yerlesebilmesi, bilhassa kayda deger. Yeni Sultan adina vaad edilen bahsis ise, yeniçeriler tarafindan, Karaman seferinde adeta tehdidle alinacaktir.

Babasinin ölümünden onbes gün sonra Sultan II. Mehmed, Osmanli ülkesinin pâdisahi sifatiyla Edirne'de ikinci defa tahta çikti (16 Muharrem 855/18 Subat 1451).

Sultan Murad'in zamansiz ölümü ve oglu Mehmed'in tahta geçmesi sonucunda devletin iç ve dis siyasetinde bir degisikligin olmasi bekleniyordu. Sultan Ikinci Murad'in ölümünden sonra hükümdar olarak Edirne'de gördügümüz müstakbel Istanbul Fâtihi, inzibatli ve sistemli bir hazirlik ile manevî bir olus devresinin suurunu tasiyarak artik is basinda bulunuyordu.

Osmanli devlet teskilâtinda da, büyük ve köklü degisiklikleri yapacak olan genç hükümdarin büyük talihi, devlet otoritesinin politika ahlâkini kuran ve kontrolü altinda tutan âlimlerden mürekkep müsavir kuvvetlerle kendi kendini çevrelemis olmasi idi. Zira bu zümre, bagli bulunduklari prensiplerin müdafaasini, imanlarinin geregi bildiklerinden, pâdisahlik makamina karsi serdengeçti bir pervasizlikla daima medenî cesaret gösterirlerdi. Iste hükümdarin karar ve hareketlerinin tosladigi duvar, bu salâbet ve müeyyideler sistemi idi.

Dünyanin hiç bir devrinde, hiç bir idarenin bas çeviremeyecegi bu mücahidler sinifi, kendi prensiplerinin sasmaz ölçüleriyle, hükümdarlik makamina karsi bir tasfiye cihazi vazifesini görmüslerdir. Devrandan nimet beklemedikleri ve dünyanin varligindan sâd, yoklugundan ise nâsâd olmadiklari için, kimseden çekinmemis, kendilerini kimseye borçlu ve zebûn hissetmemekle de hürriyetlerini kimseye bagislamamislardir.

Iste genç hükümdar, çocuk yasindan itibaren böyle bir muhit ve bu anlayista bir hoca ve müsahib kadrosu tarafindan çevrelenmistir. Bunlardan Molla Hüsrev, Molla Güranî, Hocazâde, Hizir Bey Çelebi, Ali Tusî, Molla Zirek, Sinan Pasa, Molla Lütfi, Fahreddin-i Acemî, Hoca Hayreddin gibi ilim, irfan ve san'at erbabi, feyzine feyz katarak fikrî ve edebî istiklâlini hazirlamis, bir yandan da baraj vazifesiyle coskun ve taskin kararlarinin demlenip durulmasina hizmet etmislerdir.

Su kadar var ki, bu halkanin tam merkez yerinde, hepsinden imtiyazli ve hepsinden cesaretli bir hocasi daha vardi ki, tek basina gözünü hükümdara dikmis olan bu meydan erinin adi Ak Semseddin idi.

Sultan Mehmed, tahta oturur oturmaz durumun nezaketini kavramis ve bu sebeple babasinin vezirlerini yerinde birakmisti. Inalcik, Mehmed'in cülûsu ile Vezir-i a'zam Halil Pasa'nin rakiplerinin, iktidara geldiklerini söylemektedir. Bu konuda Bizans tarihçisi Dukas asagidaki ifadeleri kullanarak mevzuya bir açiklik getirir: "Mehmed, tahtina oturdugu sirada bütün valiler ve babasinin vezirleri, Halil Pasa ile Ishak Pasa, karsi tarafta uzakta duruyorlardi. Kendi vezirleri ise Hadim Sahin (Sehabeddin) ve Ibrahim, âdet vechiyle pâdisahin yaninda yer almislardi. O zaman Sultan Mehmed, kendi veziri Sahin'e sordu: "Babamin vezirleri neden uzakta duruyorlar? Bunlari çagir ve Halil'e eski yerini almasini söyle. Ishak da Anadolu ordulari komutanlari ve esrafi ile beraber, babamin cesedini Bursa'ya gömsünler. Sark vilayetlerinin (Anadolu Beylerbeyi) de idaresine nezâret etsin" dedi. Vezirler, pâdisahin bu sözünü duyunca hemen kosarak usûlleri vechiyle pâdisahin elini öptüler. Bu suretle Halil basvezir oldu. Ishak da Murad'in cenazesini alarak birçok esraf ve âyâniyle beraber ve büyük bir intizam içinde Bursa'ya gitti. Cenazeyi orada kendisinin hazirlatmis oldugu türbeye defnetti. Bu cenaze alayinda fukaraya pek çok paralar verildi."

Genç pâdisah, tahta çikar çikmaz devletin hududlarinda tehlikeler bas göstermeye basladi. Ilk defa, henüz bir çocuk olarak tahta çiktigi zamanki buhranli durumlar tekrarlanmak üzereydi. Enverî (Düstûrnâme, s. 94) bu durum için "Fitne ve âsûb doldu her diyar" diyerek durumun vehametini ortaya koyar. Gerçekten de Anadolu ayaklanmisti. Karamanoglu Ibrahim Bey harekete geçerek, Fâtih'in babasi Murad tarafindan ele geçirilmis bulunan yerleri zaptetmis ve Alaiye üzerine yürümüstü. Ibrahim Bey, Bati Anadolu'da, Sultan Ikinci Murad'in son defa ortadan kaldirdigi beylikler için, Karaman'dan gönderdigi saltanat davasi güden iddiacilar, Aydin, Mentese ve Germiyan'da faaliyete geçmislerdi. Bu konularda fazla tafsilata sahip olmamakla beraber, Anadolu Beylerbeyi'nin bunlarla ugrasmak zorunda kaldigina bakilirsa bu hareketler ilk etapta basarili olmuslardi denebilir. Öyle anlasiliyor ki, Anadolu'da durum endise verecek bir boyuta ulasmisti.

Genç hükümdar, bu müskül ve sikintili durumda, ister istemez babasinin baris politikasini sürdürmek zorunda kalacagini anlamisti. Bu bakimdan. Anadolu'yu kurtarmak için, batida birçok fedakârliklarda bulunmak zorunda kaldi. Böylece, o tarafi (bati sinirlarini) emniyete alarak barisi saglamaya çalisti. Gelen Sirp elçisinin istekleri kabul edildi. Despot'un, Sultan Murad'la yaptigi "Yeminle musaddak" muahede ve ittifaklari yenilemeye razi oldu. II. Murad'in resmî müsaadesiyle 1449 yilinda Bizans tahtina geçmis olan eski Mora Despotu Konstantin de, yeni pâdisahin durumundan azamî sekilde istifadeye çalisti. Fâtih, tahta geçince, Konstantin hem tebrikte bulunmak, hem de eski andlasmalari tastik ettirmek için bir Bizans elçisi gönderdi. Yeni Sultan, barisi teyid ve eski ahidleri tastik ettigi gibi, ayrica, yaninda bulunan Osmanli saltanatinin müddeisi, Orhan'in masraflarina karsilik, Bati Trakya'da Karasu irmagi üzerindeki yerlerin hasilatindan yilda, 300 bin akça isteyen imparatorun bu dilegini de kabul etti.

Gelecegin Istanbul Fâtihi'nin bu sekildeki hareket ve davranislari, onun iyi bir diplomat oldugunu göstermektedir. Bu bakimdan, Edirne'deki cülûsu esnasinda, Bizanslilara karsi mültefit davranmasinin elbette bir sebebi ve mânâsi vardi. Onun, o zamandaki düsüncelerine yaklasmak ve onlari kesfetmek pek güç bir is olmakla beraber, muhtemelen Fâtih, henüz hazirlikli bulunmadigi su siralarda, Bizans'in tesviki ile Hiristiyan milletlerin kendisine bazi engelleri çikarabileceklerini hesaba katarak Bizans'la dost kalmayi uygun görmüstür. Ilk defa hükümdar oldugu zaman, çocuklugundan faydalanmak üzere Hiristiyan milletlerin nasil harekete geçmis olduklarini hiç süphesiz unutmamis olan genç pâdisah, herhalde yine böyle bir durumla karsilasabilir endisesiyle olacak ki, simdilik bu sekilde davranmayi uygun görmüstü. Öyle anlasiliyor ki Fâtih, Bizans hakkinda baska türlü düsünüyordu. Ancak henüz tahta çikmis olan bu gencin, etrafini ürkütmemesi gerekiyordu. Böyle bir davranis tabii bir hareketti. O da öyle yapti. Onun için Karaman seferi esnasinda kendisine yapilmis bulunan teklifleri sukûnetle dinlemis ve onlari kabul eder bir tavir takinmisti. Fakat Karamanoglu Ibrahim Bey itaat altina alinir alinmaz is degismis ve bu seferin dönüsünde pâdisah, Rumeli Hisari'nin yapilmasini emredecektir. Bu hisarin yapilisi, Bizans'a yersiz isteklerinin güzel bir cevabi idi. Böylece Bizans, yakin gelecekte ne gibi bir tehlike ile karsilastigini ancak o zaman idrak etmis ve hemen agiz degistirerek kuvvetli hasimlari karsisinda her zaman yaptigi gibi, bu sefer de yalvarmak, bunu yapamayinca da igfal etmekle durumunu kurtarmaya çalismistir. Bu bakimdan, hisarin yapilmak istendigi yerin, Galatalilara ait oldugunu ileri sürerek meseleyi diplomatça halletmeye çalismis ise de, Fâtih'in verdigi cevap, hem susturucu hem de oksayici olmustur. Anlasma geregince genç pâdisah, Istanbul kusatmasi müddetince Galata Cenevizlileri ile dost kaldi. Hatta Galatalilarin, gizliden gizliye Bizanslilara yardim ettiklerini bildigi halde bunu, açiga vurmayi menfaatlerine uygun bulmadi. Istanbul alinincaya kadar onlarin bu sekildeki düsmanca hareketlerine göz yumarak onlari görmezlikten geldi. Halbuki Istanbul'un fethini müteakip günlerde, Galatalilar için, kendi bahs ettiklerinden baska hiç bir hukuk tanimayarak, orayi da dogrudan dogruya Türk topraklarina bagladi.

Ülkesinin, içinde bulundugu nazik durum sebebiyle, düsmanlari ile olan eski antlasmalari yenilemeyi uygun gören genç hükümdarin bu davranisi, Avrupa tarafindan yanlis bir sekilde degerlendirilmisti. Bunun için de Avrupa, onun hakkinda yanlis fikirler beslemekteydi. Onun, devletlerle olan muahedeleri yenilemesi ve onlara karsi yumusak davranmasi böyle bir fikrin ortaya çikmasina sebep olmustu. Zira onlara göre, birkaç defa tahtindan mahrum edilerek Manisa'ya gönderilen Sultan Murad'in bu genç sehzâdesi hakkinda Bizans'ta ve bütün Avrupa'da acele hükümler verilmis ve o, kabiliyetsiz bir delikanli olarak taninmisti.

 
 

ISTANBUL'UN FETHINE DOGRU

Istanbul, Schlumberger'in ifadesine göre, babasi Sultan Murad'in vasiyetiyle kendisine tavsiye edilmis ve ecdadi olan bütün sultanlarin zihinlerini isgal etmis oldugu bu muazzam tesebbüsü gerçeklestirmek isteyen Sultan Mehmed, devamli olarak bu fethi nasil basarabilecegini düsünüyordu. Zira bu sehrin fethi, Osmanli Türklerine sadece yeni bir baskent kazandirmayacak, ayni zamanda kurduklari devletin, Avrupa kitasindaki topraklarinin garantisi olacakti. Egemenlikleri altindaki ülkelerin merkezinde ve Avrupa-Asya geçidi üzerinde bulunan bu yeni baskent ellerinde olmadan Türklerin kendilerini güvenlik içinde hissetmeleri imkansizdi. Kendilerini tedirgin eden Rumlar degil, Hiristiyanlarin birleserek Constantinopolis gibi bir üsten harekete geçmeleri ihtimaliydi.

Sultan Mehmed, Konstantiniye'yi ele geçirmek suretiyle "müjdeli emîr" olmak ve Osmanli Asya'si ile Avrupa'sini birbirine baglayip devletin tabiî sinirlarini, cografî ve siyasî birligini saglamak istiyordu. Hammer, hükümdara bu düsünceyi gerçeklestirme imkanini veren olaylari su ifadelerle dile getirir:

"Bizans Imparatoru Kostantin, mevsimsiz olarak ve maharetsizce bir hareketle, pâdisahin fetih arzusunu hemen uygulamasini tacil (sür'atlendirecek) edecek davranislarda bulundu. Sultan Ikinci Mehmed, Anadolu'da, Ibrahim Bey tarafindan saçilmis olan nifak tohumlarini gidermeye çalistigi sirada, Bizans elçileri ordugaha gelerek Orhan'a tahsis edilmis olan akçanin hemen ödenmesini istemisler ve belirtilen paranin iki misli olarak verilmeyecek olmasi halinde, sehzâdenin serbest birakilacagini tehdid edici bir dille beyan etmislerdi." Bu neviden bir hareket, bir bakima Fâtih'i tehdid ediyordu. Öyle anlasiliyor ki, bu tehdidin sonu da gelmeyecekti. Zira isi santaja kadar götürmek demek olan bu istek, Osmanlilari devamli surette rahatsiz edecekti. Gerçekten, Karaman seferi esnasinda Imparator Konstantin ve senato, bu seferi firsat bilerek gönderdigi elçilerle Sehzâde Orhan'a verilen tahsisatin arttirilmasini ve sayet bu yapilmazsa sehzâdeyi Rumeli'ye saliverecegini de tehdid olarak bildirmekte idi. Gelen elçilerin önce vezir-i azami görerek arzularini bildirmeleri, protokol geregi oldugundan elçiler, imparatorun tekliflerini Halil Pasa'ya bildirdiler.

Bu tekliflere göre imparator, Istanbul'da bulunan Sehzâde Orhan'in her sene verilmekte olan tahsisatinin, masraflarini karsilayamamasindan dolayi artirilmasini istemekte, sayet bu teklifi kabul edilmeyecek olursa adi geçen sehzadeyi Rumeli'ye saliverecegini tehdidkarâne bir sekilde bildirmekte idi. Bunu ögrenen Halil Pasa, henüz imzasi kurumayan ahde muhalif hareketlerinden dolayi agir sözler söyleyerek elçileri tehdid ettikten sonra:

"Simdi Anadolu'ya sefer ettigimizi ve Frikya'da bulundugumuzu gördügünüzden istifade ederek, âdetiniz oldugu üzre uydurdugunuz sözlerle bizi korkutmak istiyorsunuz. biz çocuk degiliz, elinizden ne gelirse yapiniz. Orhan'i Trakya'ya pâdisah yapmak istiyorsaniz hiç durmayin. Macarlari da getirmek istiyorsaniz dâvet ediniz. Yalniz sunu biliniz ki hiç bir seye muvaffak olamayacaksiniz. Aksine ellerinizdekini de kayb edeceksiniz. Mamafih söylediklerinizi pâdisahima arzedecegim. O, ne der ve nasil arzu ederse o olacaktir". diyerek durumu Sultan Mehmed'e bildirir. Hükümdar, imparator ve senatonun bu istekleri karsisinda hiddetlenecektir. Fakat uygun zamani bekledigi için elçileri güler yüzle karsilar. Onlara, yakin zamanda Edirne'ye dönecegini ve orada görüserek arzularini yerine getirecegini söyledikten sonra onlari tatli dil ve ümitli bir sekilde geri gönderdi.

Imparatorun, Sultan Mehmed'i tahrik eden bu istekleri ve elçilerin söyledikleri, Bizans tarihçisi Dukas tarafindan tafsilatli bir sekilde su ifadelerle nakledilir:

"Budala Bizanslilar, iyi düsünmeden, bos bir fikir ortaya atarak Mehmed'e elçiler gönderdiler. Âdet oldugu üzre elçiler, söyleyeceklerini önce vezire söylerlerdi. Bu elçiler vezire dediler ki: "Imparator Konstantinos her sene kendisine verilmekte olan 300 bin akçayi almaya razi olmuyor. Sizin pâdisahiniz gibi, Osmanogullarindan olan Sehzâde Orhan, kemal çagina ermis bir gençtir. Her gün birçok kimse kendisine gelerek, ona "emîr" diye hitab ediyor ve kendisini pâdisah ilan etmek istiyorlar. Orhan ise bunlara ihsanlarda bulunmak ve kendilerine hediyeler vermek istiyor ise de, parasi olmadigindan ve para istemek için müracaat edecek baska bir yeri bulunmadigindan imparatora basvuruyor. Ya tahsisati iki misline iblag ediniz veya Orhan'i serbest birakacagiz. Osmanogullarini beslemeye mecbur degiliz. Bunlarin, beytülmaldan infak olunmalari gerekir. Orhan'in, tarafimizdan vaki olan tevkifi ve sehirden disari çikmamasi için aldigimiz tedbirler yeterlidir."

Halil Pasa, bunlari ve daha baska sözleri dinledikten ve Pâdisah Mehmed'e söylemek üzere imparator ve senatonun bu tekliflerini duyduktan sonra, elçilere sunlari söyledi: Ey akilsiz ve saskin Bizanslilar! Tasavvurlarinizdaki seytanliklari çoktan bilirdim. Bu bildiklerinizi unutun... Daha dün denecek derecede yakin bir zamanda sizinle yeminle teyid olunmus ahitnâmeyi yaptik ve diyebiliriz ki, mürekkebi henüz kurumamistir. Simdi ise Anadolu'ya sefer yaptigimizi ve Frikya'da bulundugumuzu gördügünüzden faydalanarak, âdetiniz oldugu üzre uydurdugunuz korkuluklari bize göstermek suretiyle bizi ürkütmek istiyorsunuz. Biz, fikir ve kudretten mahrum çocuk degiliz. Elinizden ne gelirse yapiniz. Orhan'i Trakya pâdisahi yapmak isterseniz hiç durmayin. Macarlari Tuna'dan bu tarafa geçirtmeyi düsünüyorsaniz onlar da gelsinler. Siz de daha önce kayb ettiginiz yerleri geri almak için taarruza geçmek isterseniz bunu da yapiniz. Yalniz sunu biliniz ki, bunlardan hiç birine muvaffak olamayacaksiniz. Aksine ellerinizde bulunani da kayb edersiniz. Mamafih, söylediklerinizi pâdisahima arzedecegim, o ne arzu ederse o olacak."

Mehmed, basvezir ile elçiler arasinda konusulan yukaridaki hususlari duyunca çok hiddetlendi. Ancak bunu belli etmedi. Bizans elçilerini kabul ederek, bunlara dedi ki: "Az zamanda Edirne'ye dönmek niyetindeyim. Oraya geliniz, imparatoru ve sehre ait bütün hususlari orada bana söyleyiniz. Istenilen her seyi vermeye hazirim." Mehmed bu sözleri ve daha buna benzer tatli sözler söyleyerek bunlara yol verdi. Birkaç gün sonra Bogazi geçip Edirne'ye gelen Mehmed, Karasu civarinda bulunan köylere, sâdik kölelerinden birini göndererek imparator için tahsis olunan iradin (gelirin) verilmesini yasakladi. Bu gelirin tahsiline memur olanlari ve buna nezaret edenleri oradan kovdu. Bu suretle sadece bir sene bu gelir alinmis oldu."


 




Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol