osmtarihim

Osmanlı Rus İlişkileri

Osmanlı - Rus İlişkileri (1492-1700)

I. Osmanlı-Kırım-Rus Dostluk Dönemi, 1492-1512

XV. yüzyılın ikinci yarısında III. İvan, Moskova Büyük Knezliği etrafında Rusya'nın birliği ve Altınordu Hanları'na karşı bağımsızlığı için uzun bir uğraşıya girmişti. Tarihçi, Moskova'nın Kırım Hanlığı ve Osmanlı Devleti yardımına muhtaç olduğu bu dönemi, IV. İvan zamanında Kazan ve Astrahan'ın zaptıyla başlayan Çarlık döneminden dikkatle ayırt etmek zorundadır. 1492-1512 döneminde Moskof Büyük Knezliği, batıda Litvanya-Lehistan, doğuda Altınordu gibi güçlü düşmanlar karşısında Kırım Hanlığı ile müttefik bulunuyor, Kırım Hanı'nı destekleyen Osmanlı himayesinden dolaylı olarak yararlanıyordu. Aşağıda Osmanlı-Rus ilişkilerinin nasıl dostça başladığını ve ikinci dönemde Rusya, Doğu Avrupa'da hakim bir imparatorluk halinde gelişince, bu ilişkilerin nasıl rekabet ve düşmanlığa dönüştüğünü incelemeye çalışacağız.

1492-1512 dönemi, Osmanlı-Rus ilişkilerinde bir dostluk ve dayanışma dönemi olarak dikkatle incelenmelidir.

1475'te Karadeniz'de Ceneviz'in en önemli ticaret limanı olan Kefe, Osmanlı hakimiyeti altına geçer ve Kırım Hanlığı Osmanlıya bağımlı bir devlet olur. Moskova, Altın Ordu-Lehistan ittifakının tehdidi altında iken, Osmanlılar, İran ve Arabistan'daki gelişmelere önem veriyor ve Lehistan'a karşı gerisini güven altına almaya önem veriyordu. 1484-1538 döneminde Lehistan-Litvanya, Doğu Avrupa'nın en güçlü devleti olarak Moldavya'da Osmanlı çıkarlarını tehdit etmekte idi. Öbür yandan, Moskof Büyük Knezliği'ni tehdit eden Altınordu, 1475'ten beri Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası haline gelen Kırım'ı tekrar istilâ etmek istiyordu. İşte, Osmanlılarla III. İvan (İvan Vasilyeviç) (1462-1505) arasında yakınlaşmanın arka planda siyasal temeli budur. Bununla beraber, ilk ilişkiler Büyük Knez'in pragmatik ticarî imtiyaz ve güvenceler elde etmek için yaptığı girişimlerle başlar.

Ceneviz döneminde Rusya'nın baharat, ipekli gibi doğu mallarını ve şarap gibi Ege bölgesi ürünlerini Kefe yoluyla aldığını biliyoruz. Buna karşın, kuzeyden güneye kürk, civa, keten gibi mallar ihraç olunmakta idi. Aslında bu ticaret şekli eski çağlara kadar gider. Moskof Büyük Knezi ve asiller özellikle Bursa'nın ipek kemhaları, kadifeleri ve Ege şarabından vazgeçemezlerdi. Osmanlılar Kırım Yarımadası'nda yerleşince, bu ticaretin normal şartlar altında devamı Moskova için önemli bir sorun olarak ortaya çıktı. Çeşitli ağır ticaret resimleri, ölen tüccarın malına Osmanlı makamlarınca el konması başlıca şikâyet konusu idi. Bir İslâm devleti olarak Osmanlı Devleti, kendi ülkesinde Hıristiyan tacirlerin gelip ticaret yapmaları için kapitülasyon dediğimiz imtiyazlar bağışlardı. Tüccarın şahsî malı için özel garantiler tanınırdı. Ve Venedikliler ve Cenevizliler, bu garantiler sayesinde Osmanlı topraklarında serbest ticaret yapma imtiyazını elde etmişlerdi. İşte, Büyük Knez, aynı ticaret garantilerini kendi tebaasına da sağlamak için ortaya çıkan elverişli siyasî havadan yararlanmak istiyordu. Burada belirtmek gerektir ki, Osmanlı Sultanları bu imtiyazları yalnız dost hükümetlere bağışlardı.

Kırım Hanı'nın aracılığı ile Moskova ve İstanbul arasında dostça ilişkiler, daha Fatih Sultan Mehmed II zamanında başlamış görünmektedir. Bu elverişli koşullar, Büyük Knez III. İvan'ı cesaretlendirdi. 1492'de III. İvan, Azak ve Kefe'deki Osmanlı makamlarına, Sultan'la dostça ilişkiler kurmak istediğini bildirdi; İstanbul'dan elverişli yanıt geldi. 31 Ağustos 1492 tarihli mektubunda III. İvan, II. Beyazıt'den Moskof elçileri ve tüccarları için serbest geçiş ve ticaret müsaadesi istiyordu. Sultan, bu mektuba olumlu yanıt verdi. Altınordu ve Lehistan-Litvanya, bu ilişkileri baltalamaya çalıştılar, elçileri tuttular. Nihayet 1495'de Büyük Knez'in elçisi Pleşçeyev İstanbul'a varabildi. Knez elçiye verdiği talimatta, Sultan'ın huzuruna da tâbiiyete yol açabilecek her türlü hareketten kaçınması için sıkı sıkıya tenbihte bulunmuştu. Zira o zaman Büyük Knez'den çok daha güçlü olan Osmanlı Sultanı bu başvuruyu bir bağımlılık sayabilir, belki ilerde harâc (tribute) dahi isteyebilirdi. Pleşçeyev, bu tâlimatı fazlası ile ciddiye aldı ve efendisi ile Sultan'ın eşitliğini vurgulayacak biçimde hareket etti; gerekli bazı protokol kurallarını çiğnedi. Bu tutumu ile, kendisi Osmanlı Sarayı'nda hiç iyi etki bırakmadı ve Sultan kendisine böyle birinin elçi gönderilmiş olduğundan şikâyet etti. Belki elçi haklı idi, çünkü Sultan, Moskof Büyük Knezi'nin elçisini, tâbiiyetini sunmak üzere gönderdiğini düşünüyordu; eşitlik aklından geçmezdi.

O dönemde Moskof Büyük Knezleri, Kırım Hanı'na "hediye" adı altında önemli miktarda altın ödemekte idiler. Kırım Hanı kendisi de, Osmanlı Sultanı'nı efendi sayıyordu. Büyük Knez kendini hanların mertebesine çıkmış sayıyorsa da, hanlar onları daima bağımlı saymakta idiler. Osmanlı protokolünde Büyük Knez, Avrupa Hristiyan Kralları düzeyinde görülmüyordu. Sultan, III. İvan'a karşılık bir elçi göndermedi; Moskof tüccarı, Kırım'daki yerel otoritelerin izni ile ticaretlerine devam ettilerse de, güçlükler devam ediyordu. Burada şu noktanın açıklanmasına gerek vardır. O dönemde kapitülasyonlar, iki taraf arsında görüşme sonucu yapılmış iki tarafı da bağlayan bir antlaşma niteliği taşımıyordu. Ancak, Sultan'ın dost memleketlere bir taraflı olarak bağışladığı bir ticaret ve oturma serbestliği imtiyazından ibaretti. Fakat, Osmanlı Devleti güçten düştüğü XVIII. yüzyılda Sultan'ı bağlayan iki taraflı bir antlaşma olarak yorumlanacak ve bu yorumu Osmanlı Hükümeti tanımak zorunda kalacaktır. 1739'da Rusya ile bu nitelikte bir kapitülasyon anlaşması imzalanacak ve Rusya "en ziyade mahzar-ı müsaade" devletler arasında yer alacaktır.

Tekrar belirtelim ki, 1499'da Moskova, Lehistan-Litvanya'nın ağır baskısı altında olduğundan, Kırım Hanlığı ile işbirliğine muhtaçtı. Kırım Han'ı ile ittifak dolayısıyla Büyük Knez, fiilen Osmanlı Devleti'nin de müttefiki durumuna geliyordu. Bu nokta Rus tarihçileri tarafından gereğince belirtilmemiştir. Özetle, Moskova-Kırım bloğu, Osmanlılarca Lehistan-Altınordu bloğuna karşı desteklenmekte idi. Çok geçmeden, 1502'de Kırım Hanı Mengli Giray, Altınordu'ya öldürücü darbeyi vurdu ve Altınordu Devleti tarihe karıştı. Moskof Devleti için bu tarihi bir dönüm noktasıdır. Çünkü Altınordu hanları daima Büyük Knez'in efendisi olduklarını ileri sürüyor ve haraç ödenmesini istiyorlardı. Rus tarihçilerin Tatar Boyunduruğu Dönemi dedikleri dönem, böylece 1502'de Kırım Hanı sayesinde kalkmış oluyordu.

Moskova, bu işbirliğinden ticarî-iktisadî bakımdan da yararlandı. Büyük Knez'in 1501'de bu ticaretten yalnız hazinesi için kazancı yılda yirmi bin rubleye yükselmekte idi. Sonraları Büyük Knez, kürk ticaretini kendi tekeli altına alarak malî ve siyasî büyük çıkarlar sağladı.

Osmanlı Sultanı, Moskova'ya çok miktarda altın para ile kürk alımı için hâssa tüccar gönderirdi. Bundan önce Kefe bu ticaretin merkezi idi. Şehrin 16. yüzyıl başlarında nüfusu 2.883 hane olup bunun yüzde altmışını Ermeniler ve Rumlar oluşturmakta idi. Bu arada, esir ticaretine de değinmek gerekir. O dönemde esir gücü yalnız ev ekonomisi için değil, inşâat, ipek sanayi, hatta büyük tarım üretimi, özellikle vakıflar ve büyük çiftlikler için de çok gerekli idi. Başka deyimle, esir etme ve esir ticareti o dönem için ekonomik bir zaruretti. Osmanlı esir pazarındaki büyük talep dolayısıyla Kırımlılar düşman memleketlere sürekli akın yaparak çok miktarda esir alırlardı. Esir ticareti, vaktiyle Cenevizliler için olduğu gibi, Kırım Hanlığı için de hayatî bir ticaret konusu haline gelmişti. Moskova ile barışçı ilişkilerin son bulduğu 1512'den sonra Rusya'ya Tatar akınları sürekli bir hal aldı. Yalnız 1606-1617 yılları arasında Rusya'dan yüz bin esir alındığı ve çoğunun Kefe yolu ile Türkiye'ye sevk olunduğu hesaplanmıştır. Normal bir esirin İstanbul Pazarı'nda ortalama değeri 20 ile 40 altın arasında değişirdi. Bugünkü anlayışımıza ne kadar ters düşerse düşsün, esir ticaretini tarihçi ekonomik-sosyal bir tarihî olgu olarak incelemek zorundadır. Şunu da belirtmek gerekir ki, İslâm toplumunda esirin durumu, Eski ve Orta Çağ Avrupası'na bakarak çok daha iyi idi. Esir âzad etmek sevap bir iş sayıldığından bir süre içinde esirler Müslüman topluma hür vatandaşlar olarak katılırdı. Sonuçta, Osmanlı ülkesi sürekli esir ithal etmek zorunda idi. Gelen esirlerin çoğunluğu Slav olduğundan bu tarihi olgu, Türk ve Slav halklarının birbirlerine karışmasına da yol açmıştır.

Kırım - Osmanlı - Rus Rekabet Dönemi

1512'de Mengli Giray'ın ölümünden sonra Kırım Hanlığı ile Moskova (o zaman Batıda Moskof Büyük Knezliği, Muscovy olarak anılmakta idi) arasında ittifâk kırıldı, fakat Osmanlı Sultanları imparatorluğun genel siyâseti bakımından Moskof Büyük Knezleri ile barışçı ilişkileri sürdürmekte yarar gördüler. I. Selim, İran'da Safevilerin Anadolu için büyük bir tehlike haline geldiğini görerek, Avrupa tarafında Habsburglar, Venedik ve Lehistan'a karşı barışçı bir politika gütmeyi zorunlu buluyordu. Osmanlılar, Rumeli'de ve Anadolu'da iki cephede birden savaşa girmekten daima kaçınmışlardır. Güçlü Lehistan-Litvanya'ya karşı Moskova'yı tabiî bir müttefik gibi görmekte idiler. I. Selim (1512-1520) döneminde ve Kanunî Sultan Süleyman'ın (1520-1566)'ın ilk saltanat yıllarında Moskova ile İstanbul arasında elçiler gidip geldi ve dostça ilişkiler sürdürüldü. Bu ilişkilerin düşmanlığa dönüşü, IV. İvan'ın Volga havzasında Altınordu İmparatorluğu'nun yerini alma ve Doğu Avrupa'da bu imparatorluğun vârisi olma politikasının sonucudur. Altınordu Devleti'nin zayıflaması ve ortadan kalkması üzerine Cengiz Han soyundan hanlar idaresinde üç hanlık ortaya çıkmıştır. Bunlar, Kazan Hanlığı, Hacıtarhan (Astrahan) Hanlığı ve 1440'lardan beri de Kırım'da Kırım Girayları Hanlığı idi. Bu hanlıklar, halkı Müslüman devletlerdi; fakat Altınordu'nun mirasçıları olarak aralarında rekabet ve savaş eksik olmuyordu. Bunlardan en kuvvetlisi Kırım Hanlığı olup, Astrahan'ı ve Kazan'ı kendi hükmü altına alarak Altınordu'yu yeniden canlandırma emelinde idi. Kırım Hanları, Altınordu Uluğ Hanı Toktamış soyundan geldikleri için bunu tabii bir hak sayıyorlardı. Osmanlı Devleti ise, bu politikayı sakınca ile karşılıyordu. Zira, bu kadar güçlü bir devlet Kırım Yarımadası güneyinde, doğrudan doğruya Osmanlı idaresi altında bulunan Kefe Sancağı için tehlikeli olabilirdi. Bazı Kırım Hanları açıkça Kefe üzerinde hak iddia edeceklerdir. Bir aralık Kırım Girayları Kazan tahtına Giraylardan birini yerleştirmeyi başardılar. Orta Volga'da Sibirya kürk ticaretinin merkezi olan bu şehirde Moskof nüfuzu da kuvvetli idi. IV. İvan bu bölgeyi kendi ülkesine katmayı imparatorluk siyaseti için zorunlu buluyordu. İvan, Giraylardan Sahib Giray'a karşı Moskova yanlısı eski Kazan Hanları soyundan birini hanlığa getirdi. Sahib Giray, İstanbul'a gitti ve bir süre sonra Sultan Süleyman I. tarafından Kırım Hanlığına getirildi. Sahib Giray Han (1532-1551) Osmanlı himayesinde Kazan ve Hacıtarhan'ı Kırım Hanlığı'na bağlamayı büyük siyasi gaye olarak izledi. Moskof Knezi'nin, Kazan ve Astrahan gibi Müslüman ülkelerine zaptetme çabası içinde olduğunu belirterek Osmanlı Sultanı'nı Moskova aleyhine çevirdi. Böylece, Kazan ve Astrahan sorunları Osmanlı-Rus ilişkilerinde yeni bir aşama getirdi. Bu tarihten sonra Osmanlılar, Rusya'nın genişleme çabalarını kendi imparatorluk nüfuz alanına bir saldırı olarak kabul ettiler ve kesinlikle Moskova aleyhinde bir tutuma girdiler. Sahib Giray, bir ara, Hacıtarhan ve Kazan tahtlarına Giraylardan han oturtarak bu hanlıkları hükmü altına almayı başardı. O, Altınordu Uluğ Hanları'nın geçek varisi olma yolunda idi. Öbür taraftan IV. İvan Kazan'da Giraylara rakip olan hanlık namzedlerini desteklemek ve Girayları oradan atmak için askeri müdahaleye karar verdi. Altınordu Hanları'nın gerçek varisi olmak iddiası ile 1547'de Çar (Caesar, İmparator) ünvanı aldı ve Tatarlar yazdığı yazılarda Çar karşılığı olan Uluğ Han ünvanını kullanmaya başladı. Uluğ Hanların Cengiz Han'ın büyük oğlu Cuci Boyu'ndan olmaları gerekirdi, fakat IV. İvan Cuci soyundan prensleri himaye ettiğini, böylece bu ünvana hak kazandığını iddia ediyordu. Öbür yandan Kazan Hanları'nın kendi himayesini tanıdığını ve böylece Kazan Hanlığı'nın üzerinde ülke bakımından Rusya'nın parçası bulunduğunu ileri sürüyordu. Görülüyor ki, IV. Ivan'ın Çar ünvanını alması, daha ziyâde Doğu'da Altınordu mirası üzerinde Giraylara karşı Tatar halkı gözünde meşruluk kazanma çabası ile ilgilidir. Çünkü, tam bu tarihlerde Kazan Hanlığı üzerinde Giraylarla rekabet, en bunalımlı bir aşamaya girmiş bulunuyordu. Rus Çarlığı'nın kuruluşunda kesin bir dönüm noktası olan bu konu üzerine biraz ayrıntılı bilgi vereceğiz, zira bu durum Rus tarihçileri için de yabancıdır.

Sahib Giray'ın arkasında hâmisi Osmanlı Sultanı'nın 1551'de bir siyâset değişikliği İvan'a Kazan'ı almak için kaçınılmaz bir fırsat sağladı. Bu sırada Osmanlı Sultanı, Sahib Giray aleyhine dönmüştü. Sahib Giray bu kadar güçlenince Kefe gelirleri üzerinde hak iddiasında bulunmak tedbirsizliğini gösterdi. Onun Osmanlı Kırım'ı için bir tehdit haline geldiğini gören Sultan, onun yerine yeni bir Han, Devlet Giray'ı göndermeye karar verdi. Bunun için Kırım aristokrasisi ile anlaşmak gerekiyordu. Sert hareketleri ile Sahib Giray onları kendi aleyhine çevirmişti. Sultan onu, hanlıktan almayı düşünmekle beraber, Kazan ve Astrahan sorunu için Hanlığı Moskova'ya karşı desteklemeye kararlı idi. Fakat bu nâzik anda, bir iç harbe yol açmadan, yeni Han'ı tahta yerleştirmek gerekiyordu. Onun için Devlet Giray görünüşte Kazan Han'ı olarak atandı ve Sahib Giray'a öyle haber gönderildi. Bu komplo sonucu Sahib Giray katledildi. Devlet Giray Kırım'a geldi ve tahta çıktı. O, Kırım tahtına geçtikten sonra Kazan'a karşı hareket edecekti. İşte Kırım'da bu olaylar geçerken IV. İvan müthiş yopçu kuvvetleriyle güçlendirilmiş bir orduyu Kazan üzerine gönderdi ve 2 Ekim 1552'de Kazan'ı ele geçirdi. Kazan'ın kaybedildiğini gören Devlet Giray Moskova'ya karşı amansız bir savaş dönemi açtı. 1571'de Moskova önüne kadar gelerek şehrin dış mahallerini yaktı; kendisine "Taht Algan" yani Moskova Fâtih'i ünvanı verildi. Devlet Giray'ı Rusya'ya karşı bu saldırı siyâsetinde Osmanlılar desteklediler, ordusuna toplar göndererek güçlendirdiler. Çar İvan, 1554'de Astrahan Hanlığı'nı da imparatorluğu'na kattı ve Orta Asya'dan gelen kervanların ve Hazar Denizi yolu ile İran ticaretinin transit merkezi olan Astrahan'da bir kale yaptı; oradan Terek üzerinde Kazak'ları yerleştirerek Kafkasya'ya sarktı. Doğu Avrupa'da Altınordu'nun vârisliği davasını kaybeden Kırım Girayları şimdi Rusları geri atmak için doğrudan doğruya Osmanlıların müdahalesini istiyor. Moskof'ların Kazan ve Astrahan'da camileri kiliseye çevirdiklerini söyleyerek Sultan'ı kışkırtıyorlardı. Buna karşı IV. İvan Sultan Süleyman'a karşı daima aşağıdan alarak bu iddiaları İstanbul'a yalanlıyor ve Osmanlılarla karşılaşmaktan kaçınıyordu. Olan olmuştu. Rus Çarlığı kurulmuş, Çar Volga Havzası'nı tamamıyla ele geçirmiş, Kafkasya ve Karadeniz'i tehdit ediyordu. Şimdi Don Kazakları, en kuzeydeki Osmanlı kalesi Azak'a saldırıyorlardı. Çar, her defasında bunları itaat altına tutamadığını söylüyor, fakat el altından onları ateşli silahlar, barut ve para gönderip güçlendiriyordu. Osmanlıları en çok kaygılandıran bir gelişme, Çar'ın İran Safevîleriyle dostça ilişkiler kurması, oraya elçi heyetleri göndermesi idi.

Aynı zamanda Osmanlıların Safevîlere karşı müttefiki olan Orta Asya Hanlıklarından da Osmanlı Sultanı'na Ruslara karşı şikâyet mektupları gelmekte idi. Astrahan ve aşağı Volga'yı kontrolleri altında tutan Rusların bu yolu kestikleri, Harezm'den tüccâr ve Mekke hacılarının eskisi gibi serbest geçemedikleri belirtiliyor ve "Bütün Müslümanların Halifesi" sayılan Osmanlı Padişahı'ndan bu yolu açması bekleniyordu. Böylece, Türk-İslâm aleminde ilk defa Rus yayılmasına karşı direniş, bir din vazifesi, bir cihad niteliği kazanıyordu. Bunun tam bir karşılığı olarak Rus Çarları da Üçüncü Roma ve Ortadoks Hristiyanlığı'nın savunucusu rolünü benimsiyorlardı. Güneye ve Orta Asya'ya doğru Çarlığın bu ilk yayılışı Osmanlı İmparatorluğu için siyasi olduğu kadar iktisadî bir tehdit oluşturmakta idi.

Büyük bir Osmanlı devlet adamı, Vezîr-i a'zam Sokollu Mehmed Paşa, bu gelişmeler karşısında, Osmanlı kuvvetlerini kuzeyde bir sefer için harekete geçirmeye karar verdi. Daha Sultan I. Süleyman'ın ölümünden evvel hazırlıklara başlanmıştı. Kazan ve Astrahan'ı almak, Rusları Volga Havzası'ndan tamamıyla geri atmak için 1569'da Don Nehri yoluyla bir ordu ve hafif donanma gönderildi. Bu kuvvetler, Don ve Volga ırmaklarının birbirine en yakın noktasında, Rusların Prevolok dedikleri yerde, kanal açacaklar, donanma Volga'ya geçerek orduyla beraber Astrahan üzerine gidecekti. Astrahan alınınca oradan Safevî İran'ın arkadan vurulması da planın önemli noktalarından biriydi. Osmanlılar kanal kazmaya başladılarsa da, bu muazzam girişimden vazgeçmek zorunda kaldılar. Ordu oradan Astrahan üzerine geldi. Rus savunucuların inatla direnişi, açlık ve ağır topların yokluğu yüzünden Osmanlılar kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldılar ve Azak'a doğru perişan halde çekildiler. Vezîr-i a'zam'ın rakipleri, başta ikinci vezir Lala Mustafa Paşa, askeri Sokollo'ya karşı kışkırttılar; onlar kuzeyde her türlü girişimi bırakarak imparatorluk kuvvetlerini Kıbrıs üzerine gönderdiler (1570), Çarlık diplomasisi, İstanbul'da Sultan'ı yatıştırmak için ellerinden geleni yapıyordu, yaptı. Osmanlılar uzun zaman Kazan ve Astrahan sorununu açık tutmak ve Rusya'yı zaman zaman tehdit etmekle beraber 1678 yılına kadar Rusya'ya karşı kuzeyde askeri bir sefer yapmadılar; daha doğrusu bunun için bir fırsat bulamadılar. Kırım Tatarlarının bir örneği olan Rus Kazakları, Terek boyundan Dnyeper Irmağı'na kadar geniş bir cephede Karadeniz üzerindeki Osmanlı merkezlerine akınları ile Osmanlıları daimî bir baskı altına aldılar. 1637'de Osmanlıların en stratejik kalesi Azak Kalesi'ni zapt ettiler. Osmanlılar 1571 İnebahtı (Lepanto) felaketinden sonra kuzeyde yeni bir maceraya atılmaktan kaçınıyorlar, yalnız diplomatik protesto ile yetiniyorlardı. Rus diplomasisi Osmanlıları kızdırmamak için, Papa'nın bütün çabalarına rağmen, Lehistan ve Batı Hristiyan dünyası ile Haçlı girişimlerine katılmadı. Tâ ki, XVII. yüzyıl ortalarında Kazak-Ukrayna sorunu iki imparatorluğu karşı karşıya getirdi. Rus tarihçisi Novoselskiy Rusya ile Osmanlı Devleti ilişkilerinde 1647 yılını bir dönüm noktası kabul eder. O tarihte Lehistan Osmanlılara karşı Rusya ile işbirliğine karar verir. Fakat, üç devlet arasında asıl rekabet kuzey Karadeniz stepleri ve Ukrayna üzerinde idi.

Çar Hükümeti, IV. İvan zamanından başlayarak Asya ve Avrupa arasında ticarette Osmanlılara rakip olarak ortaya çıktı. O zaman İngiltere, İran ve Hindistan ticaretine doğrudan doğruya eriştirecek bir yol ararken, Moskova-Astrahan ve Kafkasya yolunu düşünüyordu. Çar, İngilizleri bu projede kuvvetle teşvik etti.

Osmanlı ülkesi üzerinden ticaret, Venedik tekelinde, Atlantik yolu ise, Portekiz kontrolünde idi. İngilizler Moskova, Kafkasya, İran üzerinden doğu mallarını ve özellikle de baharat ve ipek alabileceklerini düşünüyorlardı. Osmanlıların uzlaşmaz düşmanı Safevî İran'ı bu projede Ruslar ve İngilizler ile işbirliği yapmada idiler. Böylece, Hint-İran ticareti kuzey yoluna kaydırılmış olacaktı. Fakat, bu arada Osmanlılar 1580'e doğru Azerbaycan'ı alarak Kafkasya yolunun kontrolünü ele geçirince İngilizler Osmanlılara yaklaştılar. Kıbrıs Harbi'nden sonra 1580'de Venedik'e karşı İngiliz ve Hollandalıları tutan Osmanlı Hükümeti İngilizlere ilk kapitülasyonları verdi. Böylece, Çarlık ülkesi dünya ticaretinin belli başlı bir yolu olma şansını kaybetti.

Bununla beraber Çarlık, Avrupalılarla ilişkilerini sıkı bir hale getirerek Batı teknolojisini, özellikle ateşli silahlar ve harp teknolojisini aldı ve bu alanda Osmanlılara karşı hatırı sayılır bir rakip haline geldi. Osmanlılar yivsiz misket tüfeği ile savaşırken, Ruslar 1615'ten beri üstün yivli tüfek kullanmakta idiler. Her iki emperyalist, devlet yayılışlarını ateşli silahlara borçlu idi. Doğu kavimleri ateşli silahlarla donatılmış ufak bir kuvvet karşısında bile direnemiyorlardı. Bu sayede Urallar ötesinde Türkçe konuşan ülkelerde Rus Kazakları Çar'ın hâkimiyetini hızla Çin sınırlarına ve Orta Asya Hanlıkları'na kadar götürdüler. Sibir Hanlığı'nın zaptı kürk ticareti için önemli idi. Kürk modası Avrupa'da da yayıldığından bu bölgenin istilası her şeyden önce Rus ekonomisine önemli bir katkı sağlıyordu.

Rusların Asya'da yayılışı karşısında Osmanlıların hareketsiz kalışlarını anlamak güç değildir. Osmanlılar, 1578-1623 yıllarında aralıkla İran'a karşı uzun bir savaş dönemine girmişler, Kafkasya'yı Hazar Denizi'ne kadar işgal etmişlerdi; fakat sonra İran tarafından geri sürülmüşler, Kafkasya'yı kaybetmişlerdi. Aynı dönemde, 1593-1606 yıllarında Orta Avrupa'da Habsburglara karşı uzun ve başarısız bir savaşa sürüklenmişlerdi. İstanbul'a gelen Rus elçilerinden hâlâ Kazan ve Astrahan'ın boşaltılması isteniyor, fakat bu koşullar altında hiçbir hareket yapılamıyordu.

Stepler, Karadeniz ve Kazak Sorunu

Moldova'dan Hazar Denizi'ne kadar uzayan geniş step bölgesi, yüzyıllar boyunca âsi kuvvetlerin, kaçak köylü asker ve serflerin bir sığınma bölgesi olmuştur. Stepin güney bölümünde Altınordu Devleti'ne, sonraları Kırım ve Astrahan Hanlıkları'na tâbi Tatar kabileleri, özellikle Nogaylar, sürüleriyle göçebelik yaparlardı. Hanların otoritesini tanımayıp bu bölgeye kaçıp sığınan kimselere Kazak (kaçak) denirdi. Bunlar, İslâm dininden olmakla beraber, Türk-Moğol kültürüne bağlı idiler. Stepin batı kesiminde ise, Lehistan ve Rusya'dan gelen çeşitli kökenden insanlar yaşardı, bir deniz gibi uzayan step, disiplinli bir devlet hayatına isyan eden "kaçak" kimselerin yurdu olmuştu. Onlar, kendilerinden önce bu steplere gelmiş olan Türk Tatar Kazaklarının kalıntıları ile karışmışlar, onların âdet ve organizasyonunu kabul etmişlerdi. Böylece, hayat stilleri birbirine çok yakın Müslüman Kazaklar ile Hıristiyan Kazaklar hayatlarını, yağma akınları sonucu elde ettikleri ganimetle sürdürürlerdi. Step bölgesinde Kırım'a dolayısıyla Osmanlılara karşı Çarların hizmetinde iki grup vardı: Kazaklar ve Nogaylar. Kırım Hanları, stepteki Nogay kabilelerini kendi hükümleri altına almaya çalışırlardı, fakat onlar bağımsız kalmak için savaşırlar, Kırım'a yağma akınları yaparlar, taht için savaşan rakip Girayları desteklerdi, bazen Ruslardan da yardım görürlerdi.

Özetle, Nogaylar, Kırım Hanlığı ve Osmanlılar için daimî bir tehlike oluşturmuşlardı. Nogay şefleri, Çar'dan para ve erzak kabul ederek Rus siyasî çıkarlarına hizmetten kaçınmazlardı. Kazan ve Astrahan'da Rus hâkimiyetinin yerleşmesinde Nogaylar kesin bir rol oynamışlardır. Moskova, Cengiz Han soyundan prenslere Müslüman Kazakları ile gelip Rus devleti sınır bölgelerinde yerleşme müsaadesi verdiği gibi, Nogay şeflerini de kendi hizmetinde kullanırdı. Moskova, bu göçebe grupları kendine çekmek için ekonomik avantajlara da sahipti. Nogaylardan çok sayıda at alıyor ve onlara kumaş vb. mamul maddeler satıyordu. Nogaylar, XVII. Yüzyılda doğudan gelen Moğol Kalmuklar karşısında bu Nogaylar, Karadeniz Batı steplerine kaçacaklar, Kırım Hanlarının ve Osmanlıların himayesini arayacaklardır. O zaman, Çar Hükümeti, Kırım Hanları ve Osmanlılara karşı bu Kalmukları kullanacaklardır.

Özetle, Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında bu geniş step bölgesindeki mücadelede Rus diplomasisi, evvelâ Nogayları, sonra Kalmukları kullanarak üstünlük sağlamıştır. Step kuzeyinde Hıristiyan Kazaklar üç büyük grup halinde örgütlenmişlerdi. Zaporog Kazakları Orta Dnyeper'de Don Irmağı boyunca Don Kazakları ve Terek Irmağı üzerinde Terek Kazakları. Dnyeper Kazakları Lehistan'a, ötekiler Rusya'ya bağlı idiler. Asıl büyük güçlü Kazak grubu bir Hetman (Türkçe Ataman'dan) kumandasındaki Zaporog Kazakları idi. Ateşli silahlar kullanmaları, Kazaklara genel olarak Tatarlar karşısında büyük üstünlük sağlıyordu. Denebilir ki, stepe ateşli silahların gelişi, Türk-Moğol aslından atlı göçebelerin bin yıllık egemenlik dönemine son veren en köklü bir devrimi getirmiştir. Artık atlı göçebeler değil, ateşli silahlarla donanmış Kazaklar saldırı halindedir. Fakat bu Kazaklar, silah ve özellikle barut sağlamak için Lehistan ve Çarlık hükümetlerine bağımlı idiler. Bu hükümetler, Kazakları kontrol altında tutmak için özellikle bu durumdan yararlanırlardı.

Moskova, merkeziyetçi sistemi, ekonomik geniş kaynakları ve mahir diplomasisi sayesinde çatışmayı sonunda kendi lehine çözebilmiştir. Rus Ortodoks Patrikliği'nin, çoğunluğu Ortodoks olan Kazakları Moskova'ya bağlamakta kesin rolü de unutulmamalıdır.

Kazak-Tatar uğraşısı, ekonomik bakımdan hayvancılıkla tarımcılık arasında bir uğraşı olarak da yorumlanabilir. Akkerman, Özü ve Kırım Tatarları ve Nogaylar, Deşt-i Kıpçak'ta yani Dobruca ve Kırım'dan Astrahan'a kadar uzayan step bölgesinde koyun, büyükbaş hayvan, özellikle sayısız at sürüleri beslerdi. Bu hayvanlar ve hayvan ürünleri güneyde Türkiye, İran ve Hindistan'a ihraç olunurdu. Bol step otlakları hayvan sürüleri için ideal bir alan oluşturduğu gibi, batı stepleri çok verimli tarım toprakları idi. XVI. Yüzyılda Osmanlı Devleti, İstanbul'u beslemek için, Akkerman ve Özü steplerinde hayvan yetiştirenleri Kazaklara karşı korumuş, bunun için Lehistan ve Çarlık üzerinde siyasî baskı yapmaktan çekinmemiştir.

XVI. yüzyıl ortalarına doğru güneyden otlak için gelen hayvan sürüleri ve Tatar akınları kuzeyde en ileri noktasına erişirken, o tarihten sonra Kazaklar güneye etkin akın ve baskınlar yapmaya başladılar. XVI. Yüzyıl son on senesinden başlayarak Zaporog Kazakları, şayka denilen gemilerle Dnyeper Irmağı'ndan inerek bütün Karadeniz sahillerini vuruyorlardı. Bu yüzden Doğu Bulgaristan ve Anadolu kıyılarındaki halk köy ve kasabalarını bırakıp içeriye çekilmeye başladılar. Bir ara bu Kazaklar, Boğaziçi'nde Yeniköy'e inip yağmalamak cesaretini gösterdiler. Osmanlılar, Dnyeper (Özü) Irmağı ağzında kaleler yaparak ve devriye deniz kuvvetleri göndererek bu akınları önlemeye çalıştılarsa da, tam başarı kazanamadılar.

Aynı dönemde Moskova'ya tabi Don Kazakları da, akınlarını sıklaştırdılar ve 1637'de Azak'ı ellerine geçirdiler. Osmanlılarla bir savaşı göze alamayan Çar, beş yıl sonra Kazaklara Azak'ı boşaltmalarını emretti. Özetle, Osmanlı İmparatorluğu için Kazak sorunu, XVII. yüzyılda en önemli sorunlardan biri olarak sürüp gitti ve kuzeyde Lehistan'a ve Rusya'ya karşı savaşların esas sebebi oldu.

Zaporog Kazakları, Lehistan'a tabî olduğu zaman, Osmanlılar Lehistan'a karşı 1621-1623 ve 1634 yıllarında savaştılar. 1654'te Zaporog Kazaklarının Çar'ı tanımalarından sonra Rusya Kuzey Karadeniz'de Osmanlı ülkelerini doğrudan doğruya tehdit altına almış oluyordu. Kazak Hetmanı Bogdan Hmelnitskiy, Lehistan hakimiyetinden kurtulmak için bir ara Osmanlı himayesini (1648-1653) aramış, sonunda 1654'te Rus Çarı'nın himayesini kabul etmişti. (Pereyaslav Anlaşması 1654). Kiev ile Ukrayna'da egemen olan Rusya ile Osmanlılar arasında rekabet nihayet 1678'de Merzifonlu Kara Mustafa Paşa kumandasında büyük bir ordunun Ukrayna'yı istilası ve Çigrin (Çihrin) Kalesi önünde çetin bir savaşla neticelendi. Bu savaş Rusya ile yapılan ilk büyük savaştır. 1681'de Redzin Andlaşması ile barış geri geldi. Ukrayna'da Osmanlı iddiaları, ancak 1686-1700 Osmanlı-Rus Savaşı ile son bulacaktır.
Bu gelişmeler, Dnyeper Irmağı havzasını Rusya kontrolü altına koyuyor ve Kırım-Osmanlı topraklarına karşı saldırgan sınır kuvvetleri olarak Kazaklar, şimdi doğrudan Rusya hizmetine giriyordu. Dnyeper Kazakları'nı kontrolü altına almakla Rusya birdenbire Kuzey Karadeniz'de Osmanlılarla karşı karşıya geliyordu.

Öbür yandan, Batı Ukrayna'da Kazak sorunu yüzünden Osmanlılar Lehistan'la da uzun bir mücadeleye girmişlerdi. 1672'de Kameniçe (Kamenetsk-Podolsk) ile Podolya'yı ilhak etmişler ve Batı Ukrayna'da Kazakları himaye altına almışlardı. 1676 Zuravno Andlaşması'nda şu madde yer aldı: "Osmanlı Padişahları'na tabî olan Kazak taifesine Leh Kralı memleketlerini eski hudutları içinde geri verecektir ve Lehistan tarafından bundan sonra hiçbir müdahale olmayacaktır." Osmanlı Devleti'nin aktif politikası Doğu Avrupa'da güçler dengesi bakımından önemli bir sonuç verdi; Lehistan ve Rusya Osmanlılara karşı birleştiler. Leh-Rus işbirliği 1647'den başlar. 1686'da Rusya Osmanlı'ya karşı Kutsal İttifak'a katılınca Lehistan'la birlikte Osmanlı-Kırım Ordularına karşı aynı cephede savaşırlar.

1700'de Büyük Petro ile İstanbul'da imzalanan andlaşma ile Rusya, Azak'ı elinde tutuyor, Ukrayna'da Osmanlı nüfuzuna son veriyor ve Osmanlı Padişahı ile eşit bir hükümdar olduğunu kabul ettiriyordu. Bu tarih, gerçekte Osmanlı üstünlüğünün Rus Çarlığı lehine bozuluşu tarihidir.

Sonuç

Her şeyden önce, Türk-Rus ilişkilerinin, belli dönemlerde her iki ülkede hâkim olan siyasî ve sosyal ideolojilerin etkisi altında bulunduğunu göz önünde tutmak gerekir. İslâm geleneği hâkim olan Osmanlı İmparatorluğu'ndaki politika ile Cumhuriyet dönemindeki politika kökten değişiktir. Rusya tarafına gelince, Ortodoksluk ve Üçüncü Roma İdeolojisi Osmanlı Türkiyesi ile ilişkilere kuşkusuz yön vermiştir. Fakat, iki imparatorluğu karşı karşıya getiren bu ideolojilere rağmen ticarî ve kültürel ilişkiler daima, sanıldığından daha kapsamlıdır. 1492'de iki memleket arasında ilk yakınlaşma siyasî, fakat daha çok iktisadî faktörlerin etkisi altında gerçekleşmiş görünmektedir.

Tarihte iki imparatorluğun coğrafî konumları ve jeopolitik koşullar siyasî ve ticarî rekabet ve çatışmanın temelini oluşturmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu için Karadeniz hayatî bir önem taşıyordu. İmparatorluk merkezi İstanbul büyük nüfusunu beslemek için kuzeyden deniz yoluyla gelen ucuz buğday, yağ, bal, tuz, balık ve ete muhtaçtı. Karadan taşıma giderlerinin ziyadesiyle yüksek olması dolayısıyla bu maddeleri büyük miktarlarda ve ucuza getirmenin tek yolu deniz taşımacılığı idi. Sadece Kırım'dan yılda bin ton tuz İstanbul'a gelmekte idi. Don Nehri ve Tuna Nehir ağzında büyük balıkçılık ürünü binlerce fıçı içinde İstanbul'a gönderilmekte idi. Onun için Osmanlı Devleti daha Fatih döneminde Karadeniz'i bir Osmanlı gölü haline getirmeye çalıştı. Kuzey Karadeniz stepleri, hayvancılık ve buğday üretimiyle Osmanlı ekonomisinin ayrılmaz bir parçası halinde işliyordu. Osmanlı arşivindeki Kefe, Akkerman, Kili defterlerinin incelenmesi bu sıkı ekonomik bağlılığı bütün ayrıntılar ile göstermektedir. 1783'de Çarlık Rusyası Kuzey Karadeniz memleketlerini istilâ edinceye kadar bu ekonomik sistem hakimdi.

Rusya da, kendi açısından kendini haklı gördüğü bir mantığa bağlıdır. Çarlık Rusyası bir taraftan güneye Karadeniz ve Hazar Denizi'ne, öbür taraftan Baltık Denizi'ne yönelmiştir. Çünkü, bu iki deniz Doğu Avrupa'yı dünya ticaret yollarına bağlıyordu. Rusya devlet adamları, III. İvan'dan beri Rusya'nın dünyaya açılması için Baltık'ta ve Karadeniz'de çıkış noktalarına hakim olması gereğini savunuyorlardı. Bu bir alın-yazısı sayılıyor ve güney yolu üzerinde Osmanlı İmparatorluğu bir engel olarak, görülüyordu. Fakat, bugün Rusya ekonomik sorunları güney komşusu ile neden bir işbirliği ve iktisadî bütünleşme ile gerçekleştirmesin.

İşte günümüzde çağdaş, akılcı rejimler, hem Türkiye'de hem Rusya'da, bu gerçeğin bilincine varmışlardır. Konuyu, sosyolojik bir bakış noktasından incelersek, Osmanlı ve Rus İmparatorlukları'nda, iki memleketin esas politikalarını hanedanların prestij ve çıkarları, fetih ve yayılma politikası hakim oluyordu. Askerî emperyalizm ve onun aracı olan ordu, genel politikaya hakimdi. Kutsal savaş propagandası dinî ideoloji ile bu hanedan politikasına hizmet ediyordu. Gerek Rusya gerek Türkiye, ancak son dönemde patrimonial imparatorluk koşullarından kurtulduktan sonra, iki memleketin iktisadî çıkarlarını ön planda göz önüne alan modern-rasyonel bir ilişki sistemine yönelebilmişlerdir. Şimdi, Rusya ve Türkiye Cumhuriyeti, ilişkilerinde genellikle iktisadî ve ticarî gelişmeyi ön planda tutmuşlardır. Bununla beraber, unutmamalıdır ki, eski yayılma politikasının İkinci Dünya Savaşı sonunda hortlaması iki taraf arasında güvensizlik ve çatışmayı geri getirmiştir. Son Karadeniz Ekonomik İşbirliği Andlaşması, her iki memlekette iktisadî-siyasî rejimlerdeki köklü değişmenin meyvesidir ve rasyonel sıkı bir işbirliğinin gelişmesi ümidini vermektedir.

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol